Psikoterapi süreci, danışanın hayatında zihinsel ve kişilerarası alanda yaşadığı duygusal güçlükleri, kaygıları, çözümlenmemiş duyguları ve bunlara bağlı olarak gelişen ve her danışana özgü olan semptomları anlamak ve danışanın iç dünyasına dair farkındalığını geliştirmek amacına hizmet eder.
Ve biz biliyoruz ki psikoterapi ilişkisi, danışanın mevcut duygusal güçlüklerinin ve ilişki biçiminin sergilendiği en büyük sahnedir.
Bu sahnenin iki oyuncusu vardır; danışanın kişiliğinin yanı sıra terapistin de kişiliği, mevcut duygusal güçlükleri, kültürel ve etik değerleri ve kaygıları bu sahnenin göbeğinde yer alır.
Bu açıdan terapist aslında sadece gözlemci değil katılımcı gözlemci olarak sahnede yer almakta ve kendini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla her psikoterapi sürecinin terapistle danışanın kişiliklerinin bir araya gelmesinden oluşan kendine has bir karakteri vardır.
Psikoterapi süreci üçüncü bir kişilik olarak canlı bir organizma gibi varlığını sürdürür. Ve bu organizma ne kadar sağlıklı, işlevsel bir nitelik taşıyorsa o kadar hayatta kalacaktır.
«Birini gerçekten tanımanın yolu, kendine hakkıyla bakabilmekten geçer.»
Haruki Murakami